PUSULA DERGİSİ MAYIS -2025 ÖZGÜN BÖLÜM

Share

SANDIK KOKUSU
Geçmişi, eski günleri düşündüğümde canlanıverdi birden hafızamdaki o sandık…
Bizim evimizde yatak odasının değişmez eşyasıydı o ceviz sandık, ceviz miydi acaba,
şimdi kararsız kaldım, daha çok meşeye yakındı sanki rengi, kalın bir cila tabakasıyla
kaplıydı ve el girebilecek gibi anatomik bir tutamağı vardı. En önemlisi de çok ağırdı
ne kapağını kaldırabilirdim ne de içine bakabilirdim çünkü yasaktı… Hep
içindekilerini merak eder dururdum önce anneme sorardım, sonra anneanneme. Her
ikisinden de aldığım cevap zamanı gelince görür, dokunursundu… Kız çocuklarına,
genç kadınlara sırlarını kendiliğinden vermez sandık. Eşlikçisi olmadan da
açılamazdı. Sonraki kuşağa emanet edilene kadar annenin, anneannenin, babaannenin
himayesinde kalırdı. İçinden bir şey alınacağı zaman heyecandan kalbim hızla atar,
boğazım kururdu. Annem sandığın önüne diz çöker, adeta usulca törensel bir edayla
kaldırırdı ağır sayılabilecek kapağı. İçinden ahşapla naftalin karışımı bir koku
yükselir, içeriği daha da esrarlı ve gizemli kılardı. Öyle bir saygılı el hareketiyle alırdı
ki annem içindekileri bana sanki sandığı açmıyormuşta ibadet ediyormuş gibi gelirdi.
O zamanlar gençti, bense ufak ve meraklı bir kız çocuğu. İçinde annemin genç kızlık
hayallerinin, baba evinin sıcaklığının, anılarının, belki de kırılmış hayallerinin
yattığını düşünemez, sandıktakileri görmek için sabırsızlıkla can atardım, “haydi,
haydi” açalım diye dürterdim.
Kim bilebilir…
Belki de acele etmemin ve heyecanımın nedeni anneme anneannemden miras kalan
bu sandığın benim doğmadığım zamanlarından bir ipucu ele geçirmekti.
Birgün anneannem bu gizemli sandığı göz ucuyla göstererek artık açmak için vaktinin
geldiğini ima etti… O gün evde kimse yoktu ben, annem ve misafirimiz anneannemdi.
Annem sandığın başına oturdu, anahtarı soktu uzun zamandır dokunulmadığı için
üzeri hafifçe toz tutmuştu eliyle tozunu aldı… Gizemli sandık açıldığında ise etrafı
değişik bir koku sardı, bu kokuyu daha önce hiç almamıştı burnum, anneannem
başındaki oyalı beyaz bezi ile hafifçe başını yukarı aşağı salladı ve sandık kokusunu
içine çekti… Annem, içindeki çeyizleri incitmeye kıyamaz, okşar gibi dikkatlice
dokundu. Annem sanki nesilden nesile miras kalmışçasına, o yazmaları, çevreleri,
bohçaları, havluları, oyalı grepleri, geleneksel takıları, mevlütlük bezleri, elbiselik
kumaşları, gelinliğini havalandırma bahanesiyle, iki eliyle birden altlarına kaydırarak
çıkardı ve kokladı. Sağında solunda güve yeniği, leke var mı diye inceledi. Bir süre
dalıp uzaklara gitti. Kim bilir neler düşündü? Odaya derin bir sessizlik çöktü.
Anneannemin gözlerinden süzülen yaşları fark edince dalmış olduğum boşluktan
uyandım ve adeta kendime geldim… Gözleri nemli bana bu eşyaların hikâyesini

anlatmaya başladı, “Kız çeyiziyle doğar.” kızım dedi. Israrla sandığın içindeki
çeyizlikleri üzerime denettirdi. Gelinlik kız çağına erdiğimde bu çeyizleri giderken
alacağımı söyledi, kulaklarıma inanamamıştım… Annem, bir iç çekip aynı törensel
hareketle sandığın koynuna bırakıverdi çeyizleri.
Anladım ki; sandık, çeyiz sandığı sadece kadına ait olan eşyalardan biridir. O
zamanlar duyup da anlamlandıramamış olduğum “Kız çeyiziyle doğar.” sözünü,
şimdilerde idrak ettim. Bir hanedeki tüm kadınların, özellikle de annelerin ellerinden
düşürmedikleri danteller, iğne oyaları ve örgü şişlerinin hikmetini açık eder. Kızın
çeyizine söz gelmesin diye, ince işlerle örselenmiş parmakların, feri kaçmış gözlerin
hesabını tutar sandıklar. Kızının bahtını yapamayacağını bile bile tahtını yapmaya
çalışır anneler, kız bebek doğar doğmaz koyulurlar işe…
Nesilden nesile bir kadından diğerine emanettir artık o sandık. İçindekiler, eşya
demenin haksızlık olduğunu düşündürecek kadar konuşkan, kimi zaman keyifli, naif,
kimi zaman huzursuz edici birer hayat arkadaşı olurlar kızlara. Mahremiyetin yükünü
taşıyan birer hamal. Sandığın mahremiyeti ona sahip olan ilk kadından sonra azalır
ama… Bir sevdalık hikâyesini anlatan mektuplar, çeyizlik el oyalarıyla işlenmiş naif
işlemeler, saten bir nişan tuvaletiyle veya sararmış gelinlikle arz-ı endam eden ilk
heyecanlar, tarihi bilinmeyen fotoğraflar, iki baş için işlenmiş tek yastık kılıfında
kokusu hatıra kalan kokular, en çok sandığın ilk sahibine gösterirler kendilerini. Sonra
giderek flulaşırlar. Ama yok olmazlar. Yırtık bir fotoğraf, kurumuş bir gül,
güveyeniği bir duvak, sandık, leke ve kokusuyla yaralanmış olsa da hala hayattadır.
Anneannenin, annenin gençlik hikâyesini anlatır torununa, kızına. Kimi zaman sırları
fısıldayan birer yoldaş, kimi zaman dağ gibi güven veren birer dost.O sebeptendir ki,
bazı kadınlar, tıpkı anneanneleri ve anneleri gibi sandıklarını kilitleyip, anahtarlarını
yüreğinde taşırlar. Sandık içi fısıltılarını başka kimse duymasın diye. Hep göz önünde
olan görünmez olur ya, arada açılıp göz atılır sandığa. Ki anılar daha ağır çeksin, daha
fazla demlensin hüzün, özlem ve mutluluk…
Artık sandık her açıldığında, bu hikâyenin kokusu yayılacaktır odaya, sinecektir
hikâyesi duvarlara. Çünkü sandık, hatıraları saklamak için çeyizi bahane eder. Ara
sıra sandığı açıp elimi yavaşça içine daldırıyor, parmaklarıma düğünümden bir
fotoğraf takılıyor usulca çıkarıyorum. Düğün masasında, anneannem, annem ve ben
üçümüz arasında…

SEHER AHMET

Comments are closed.