SUSMA(MAK)
İnsan, hayatının bir döneminde çok konuşur. Kendini ifade etmek, duygu ve düşüncelerini paylaşmak, doğrularını başkalarına da benimsetmek ister. Belki de biraz bencilce ama çok konuşur.
Konuşmak çok önemlidir çünkü. Konuşmak, insanın sahip olduğu harika bir yetenektir.
Doğduğumuz andan itibaren ailemiz içinde konuşulan dili öğrenmeye başlarız. İletişim kurmaya çalışırız. Kelime hazinemiz günden güne genişler, konuşma yeteneğimiz gelişir. Konuşmayı öğrenmek, konuştuğumuz dile — yani ana dilimize — hakim olmak demektir. Ve öğrendiğimiz sözcüklerle orantılı olarak kendimizi, çevremizi, genel olarak dünyayı anlamaya yönelik becerilerimiz gelişir, algımız derinleşir.
İnsan, hayatının bir döneminde çok konuşur. Ancak yaş aldıkça çok konuşmanın pek bir işe yaramadığını da görür, öğrenir. İşte o andan itibaren daha az konuşmaya başlar. Çoğu zaman özellikle susmayı tercih eder. Neyi, nerede, kime söyleyeceğini; nerede ve neden susması gerektiğini öğrenir. Aslında bunu öğrenebilmek de en az konuşmayı öğrenmek kadar önemli bir beceridir. Hatta, herkesin sahip olamadığı bir erdemdir.
Şahsi konularda susup susmamak kişinin kendi hakkıdır. Ancak iş toplumsal konulara geldiğinde, zaten susturulmak istenen bir toplum oluşturulmaya çalışıldığını ne yazık ki görüyoruz. Bu, bugün dünya genelinde karşımıza çıkan bir gerçek.
Toplumların dinamiğini ellerinde tutmak isteyen güçler, toplumun tabanını oluşturanları susturmaya çalışıyorlar.
Oysa toplumsal düzeyde yapılan haksızlıklara ve işlenen suçlara susmak, onlara ortak olmak demektir.
Öyleyse biz neredeyiz?
Susarak yapılan haksızlıkların ve işlenen suçların ortağı olmayı mı, yoksa sesimizi çıkararak tüm bunlara “dur” demeyi mi seçiyoruz?
Şahsi konularda susmayı seçmek bir erdemse, gerektiğinde toplumsal konularda konuşmak da bir erdemlilik ve cesarettir.
Şahsi çıkarlarımızı toplumsal iyiliğin önüne koymadan, erdemlilik ve cesaretle konuşabileceğimiz güzel günler dileğiyle…
Sevkan Tahsinoğlu