PUSULA DERGİSİ NİSAN 2025 SAYISI- SİZİN KALEMİNİZ

Share

KÖRELEN VİCDANLARIMIZ VE SEYİRCİ ETKİSİ

İçinde yaşadığımız çağ, vicdanımızı ve masumiyetimizi korumanın belki de en zor olduğu dönemlerden biri. Ruhumuzu daraltan bu zamanlarda, televizyon kanalları, popüler kültür, pazarlama stratejileri ve kapitalist sistemin diğer bileşenleri, kim olduğumuzu unutmamıza neden olan bir illüzyonu ustalıkla sürdürüyorlar. Birey olarak değerimizi; başarı, güç, statü ve görünürlük gibi dışsal unsurlara bağladığımız bir düzende, iç sesimiz gittikçe kısılıyor.

Kendimizi “başarıya ulaşma” zorunluluğuyla koşullandırdığımız bu dünyada, kişisel gelişim adı altında sunulan akımların kuklalarına dönüşüyoruz. Mutluluğu, başarıyı ve anlamı dış kaynaklarda ararken, aslında bizi biz yapan insani duyguları, empatiyi, merhameti, vicdanı ihmal ediyoruz. “Mutlu olmalısın, başarılı olmalısın, güçlü görünmelisin” telkinleriyle şekillenen bu modern ve yalan dünyada, acıya, yoksulluğa, adaletsizliğe duyarsızlaşmak an meselesi oluyor.

Artık başarısızlık bir seçenek değil, adeta bir suç. Çünkü başarısız olmak, toplumun gözünde değersizleşmek, aşağılanmak, dışlanmak anlamına geliyor. Bu yüzden tüm dikkatimizle, başarı putuna tapan birer takipçiye dönüşüyoruz. Ona zarar gelmemesi için her şeyi göze alıyor, hatta insanlığımızdan bile ödün veriyoruz. “Bir gün zengin olursam, o zaman yardım ederim.” diye kendimizi kandırıyoruz. Şimdilik başarıya giden yolda bu tür ‘küçük şeylerle’ oyalanamayız değil mi? Ama olsun, içimiz rahat! Nasıl olsa ileride büyük bağışlar yapar, birkaç yardım kuruluşunu ihya eder, kendimizi affettiririz. Vicdanlı insanlarız ya… Yersen!

Oysa yanı başımızda açlıkla mücadele eden insanlar var. Bir sokak ötemizde çaresizlik içinde sürüklenen gençler, uyuşturucuya, alkole teslim olmuş hayatlar yaşıyor. Toplumun kıyısına itilmiş, düzene ayak uyduramamış insanlar, görünmez duvarların ardında var olmaya çalışıyor. Ama biz onlara sırtımızı dönüyor, yardım etme sorumluluğunu “bir başkasına” devrediyoruz.

Bu noktada “seyirci etkisi” ya da diğer adıyla “seyirci apatisi” devreye giriyor. Psikolojide önemli bir yere sahip bu kavram, ilk olarak 1964 yılında Amerika’da yaşanan trajik bir olayla gündeme geldi. Kitty Genovese adlı genç bir kadın, New York sokaklarında vahşice bıçaklanarak öldürüldü. Olay yaklaşık yarım saat sürdü ve yaklaşık kırk kişi saldırıya tanıklık etti. Ancak ne yazık ki, bu tanıkların hiçbiri müdahale etmedi, hatta birçoğu polisi bile aramadı. Kimileri olayla uğraşmak istemedi, kimileri ise başkalarının yardım edeceğini düşündü.

Bu olay üzerine sosyal psikologlar Bibb Latané ve John Darley, bu insan davranışını araştırmak için deneyler gerçekleştirdiler. Yaptıkları deneylerden birinde, bir üniversite kütüphanesinde, bir kişinin boğuluyormuş gibi sesler çıkardığı bir senaryo yaratıldı. Eğer ortamda yalnızca bir kişi varsa, yardım etme oranı %85’e kadar çıkıyordu. Ancak ortamdaki birey sayısı arttıkça, yani kişi diğer insanların da orada olduğunu düşünüyorsa, yardım etme oranı %35’lere kadar düşüyordu. Bu durum, sorumluluğun bireyler arasında paylaşıldığı ve bu yüzden kimsenin inisiyatif almadığı gerçeğini ortaya koyuyordu.

Yani vicdanla baş başa kaldığımızda, bahane üretmediğimizde harekete geçmek daha kolay. Ancak içinde yaşadığımız bu sahte, parlak ve bir o kadar da boş dünyada, en büyük yalanları genellikle kendimize söylüyoruz. En çok da kendimizi kandırıyoruz: “Ben istersem yardım ederim.”, “Zaten birileri yardım ediyordur.”, “Şimdi zamanı değil.”…

Fakat hala umut var. Çünkü vicdan dediğimiz şey, tam da unuttuğumuzu sandığımız anda bir çocuğun gözlerinde, bir yaşlının yardım çığlığında, bir sokak hayvanının sessizliğinde kendini hatırlatır. Ve bir kişi harekete geçtiğinde, zincirleme bir etkiyle diğerlerini de cesaretlendirebilir. Vicdanın körelmesi, onun yok olduğu anlamına gelmez. Sadece tozlanmıştır biraz. Üflediğimizde yeniden parlar.

Küçük bir adım, büyük bir fark yaratabilir. Yardım etmek için zengin olmayı beklemek gerekmez. Bazen bir selam, bazen bir sıcak çorba, bazen sadece dinlemek bile yeter. Gerçek dönüşüm, kendi içimize yöneldiğimizde başlar. Kendimize dürüst olup, başkalarının acısını da sahiplenebildiğimizde.

Çünkü biz gerçekten vicdanlı insanlarız. Ve bu sefer… yemeyeceğiz!

Comments are closed.